Neden Aynı Hataları Tekrar Ediyoruz?

Neden aynı hataları tekrar ediyoruz? Alışkanlıklar, duygular ve beyin mekanizmaları üzerinden bu döngünün nedenlerini ve farkındalık yollarını keşfet.

Neden Aynı Hataları Tekrar Ediyoruz?
Psikolog Özge Güçlü

Yayınlanma Tarihi : 15.12.2025

Güncellenme Tarihi : 15.12.2025

Aynı döngülerin içinde tekrar tekrar sıkışıp kalmak, sandığımızdan çok daha yaygın bir insan deneyimidir. Pek çok kişi hayatının farklı alanlarında benzer kararlar aldığını, benzer sonuçlarla karşılaştığını ve sonunda kendini yine aynı noktada bulduğunu fark eder. İlişkilerde hep aynı tür insanlara yönelmek, iş hayatında benzer hataları tekrarlamak, erteleme alışkanlığından kurtulamamak ya da zararlı olduğunu bildiği davranışlara yeniden dönmek bu döngülere verilebilecek en yaygın örnekler arasındadır. Bu durum çoğu zaman kişide hayal kırıklığı, suçluluk ve yetersizlik hissi yaratır. Oysa insanlar aynı hataları tekrar tekrar yaptıkları için “kötü” olduklarından değil, beyinlerinin çalışma şekli nedeniyle bu döngülere girerler.

“Biliyorum ama yine yaptım” ifadesi, bu durumu anlatmanın en tanıdık yollarından biridir. Kişi yaptığı davranışın kendisine iyi gelmediğinin farkındadır; hatta neden yanlış olduğunu mantıksal olarak açıklayabilir. Buna rağmen aynı davranışı yeniden sergiler. Bu noktada birçok insan, sorunun irade eksikliği ya da karakter zayıflığı olduğunu düşünür. Ancak modern psikoloji ve nörobilim, bir şeyi bilmenin her zaman onu değiştirmek anlamına gelmediğini açıkça gösterir. İnsan zihni, çoğu zaman bilgiden çok alışkanlıklar ve duygusal öğrenmeler üzerinden hareket eder.

Beynin temel amacı, güvenliği sağlamak ve enerjiyi korumaktır. Daha önce deneyimlenmiş ve tanıdık olan davranışlar, sonuçları olumsuz olsa bile beyin tarafından daha öngörülebilir ve bu nedenle daha güvenli olarak algılanır. Bu yüzden aynı hataları tekrar etmek çoğu zaman bilinçli bir tercih değil, otomatikleşmiş bir zihinsel yolun izlenmesidir. Özellikle stres, yorgunluk, kaygı veya yoğun duygusal durumlarda beyin, yeni ve bilinmeyen seçenekler yerine eski ve tanıdık davranışlara yönelmeyi tercih eder.

Bu döngülerin altında yatan bir diğer önemli neden ise davranışları tetikleyen duygusal ihtiyaçlardır. İnsanlar çoğu zaman bir hatayı yaptıkları için değil; o hatanın sağladığı kısa vadeli rahatlama, onaylanma, kaçış ya da kontrol hissi nedeniyle aynı davranışı tekrar eder. Bu nedenle yalnızca davranışı değiştirmeye çalışmak, döngüyü kırmak için yeterli olmayabilir. Davranışın arkasındaki ihtiyacı fark etmeden yapılan her değişim denemesi, bir süre sonra eski alışkanlığa geri dönülmesine yol açabilir. Bir makaleye göre, insan davranışını şekillendiren tekrar eden rutinler ve alışkanlıklar, bireylerin verimlilik, hedeflere ulaşma, iyi hissetme ve stres azaltma gibi faydalar sağlamasına yardımcı olur. Buna rağmen, bu tekrar eden davranışlara aşırı güvenmek yenilik yapmayı, beklenmedik fırsatları ve uyum sağlayabilmeyi zorlaştırabilir. Modern hızla değişen dünyada, geçmişin katılaşmış rutinleri artık her zaman ideal değildir; çünkü bireylerin hem istikrar hem de esneklik arasında dengeli bir davranış yapısı geliştirmesi gerekir. (Jeremiah, Butson & Oke, 2025)

Aynı hataları tekrar etmek insan olmanın doğal bir parçasıdır. Bu durum, değişimin imkânsız olduğu anlamına gelmez; aksine değişimin neden zor olduğunu anlamak için önemli bir ipucu sunar. Kendine sert davranmak yerine bu döngüleri gözlemlemek, hangi anlarda ve hangi duygularla tetiklendiklerini fark etmek zihinsel kalıpları çözmek için daha gerçekçi bir başlangıç noktasıdır. Çünkü çoğu zaman sorun, ne yaptığımız değil; neden yaptığımızı henüz yeterince anlamamış olmamızdır.

Beyin Neden Alıştığı Yolu Seçer?

İnsan beyninin en temel özelliklerinden biri, alıştığı yolu seçme eğilimidir. Bu durum, çoğu zaman “Neden bile bile aynı davranışı yapıyorum?” sorusunun da cevabını içinde barındırır. Beyin, sanılanın aksine sürekli gelişim ve değişim odaklı çalışan bir yapı değildir; öncelikli hedefi hayatta kalmak, güvenliği sağlamak ve mümkün olan en az enerjiyle işlevini sürdürmektir. Bu nedenle tanıdık olanı seçmek, beyin için çoğu zaman en mantıklı ve güvenli yol olarak algılanır.

Beynin alıştığı yolu seçmesinin en önemli nedenlerinden biri, enerji tasarrufu mantığıdır. Yeni bir davranış geliştirmek, yeni bir karar almak ya da alışılmışın dışına çıkmak beyin için yüksek enerji gerektirir. Düşünmek, değerlendirmek, risk almak ve olası sonuçları öngörmeye çalışmak zihinsel olarak yorucudur. Buna karşılık daha önce defalarca tekrarlanmış davranışlar neredeyse otomatik hâle gelir. Beyin bu otomatik yolları kullandığında çok daha az efor harcar. Bu nedenle aynı hatayı tekrar etmek, çoğu zaman tembellik değil; beynin enerji koruma refleksidir.

Tanıdık davranışların güvenli algılanması da bu sürecin önemli bir parçasıdır. Beyin için “güvenli” olan her zaman “iyi” olan anlamına gelmez; asıl belirleyici olan öngörülebilirliktir. Sonucu olumsuz bile olsa, daha önce deneyimlenmiş bir davranış bilinmeyene kıyasla daha az tehdit içerir. Örneğin kişinin kendisine zarar verdiğini bildiği bir ilişki dinamiği, tanıdık olduğu için bilinmez bir yalnızlıktan daha güvenli algılanabilir. Bu noktada beyin, duygusal risklerden kaçınmak adına alıştığı yolu seçer.

Bu mekanizmanın merkezinde alışkanlık döngüleri yer alır. Alışkanlıklar genellikle üç aşamalı bir döngü üzerinden işler: tetikleyici, davranış ve ödül. Tetikleyici; bir duygu, bir düşünce, bir ortam ya da belirli bir durum olabilir. Bu tetikleyici ortaya çıktığında beyin otomatik olarak daha önce öğrenilmiş davranışı devreye sokar. Davranışın ardından gelen ödül ise bu döngüyü pekiştirir. Ödül her zaman somut ya da uzun vadeli olmak zorunda değildir; çoğu zaman kısa süreli bir rahatlama, kaygının azalması ya da tanıdık bir his bu döngünün devam etmesi için yeterlidir.

Zamanla bu döngüler o kadar güçlenir ki kişi davranışı bilinçli olarak seçtiğini zanneder. Oysa çoğu durumda davranış, fark edilmeden otomatik şekilde gerçekleşir. Özellikle stres, yorgunluk ve duygusal yoğunluk arttığında beyin kontrolü daha da otomatik sistemlere bırakır. Bu da eski alışkanlıkların, eski hataların ve tanıdık davranışların daha sık tekrar edilmesine yol açar.

Beynin alıştığı yolu seçmesi, değişimin imkânsız olduğu anlamına gelmez. Ancak değişim, yalnızca “bunu yapmayacağım” demekle gerçekleşmez. Alışkanlık döngüsünü anlamadan, tetikleyicileri fark etmeden ve ödül mekanizmasını dönüştürmeden yapılan her değişim girişimi, kısa sürede eski yola geri dönülmesiyle sonuçlanabilir. Çünkü beyin, kendini güvende hissettiği ve daha az enerji harcadığı yolu terk etmeye doğal olarak direnç gösterir.

Bu nedenle aynı davranışların tekrar etmesi, kişinin iradesizliğinden çok beyninin çalışma prensipleriyle ilgilidir. Bu prensipleri anlamak, kendini suçlamadan değişimin neden bu kadar zor olduğunu kavramak için atılabilecek en güçlü adımlardan biridir.

Farkında Olmak Neden Yetmez?

Birçok insan hayatında en az bir kez “Biliyorum ama yine de değiştiremiyorum” cümlesini kurar. Ne yapması gerektiğini bildiğini, hangi davranışın kendisine iyi gelmediğinin farkında olduğunu söyler; ancak buna rağmen aynı döngünün içinde kalmaya devam eder. Bu durum çoğu zaman kafa karıştırıcı ve yıpratıcıdır. Çünkü yaygın bir inanışa göre farkındalık, değişimin ilk ve en önemli adımıdır. Oysa pratikte farkında olmak her zaman yeterli olmaz. Hatta bazı durumlarda farkındalık, değişim baskısını artırarak kişiyi daha da sıkışmış hissettirebilir.

“Biliyorum ama değiştiremiyorum” paradoksu tam da bu noktada ortaya çıkar. Kişi, davranışının neden yanlış olduğunu mantıksal olarak açıklayabilir; sonuçlarını öngörebilir ve hatta kendine zarar verdiğini açıkça görebilir. Buna rağmen davranış değişmez. Bu durum genellikle irade eksikliği ya da motivasyon sorunu olarak yorumlanır. Ancak psikoloji ve nörobilim alanındaki çalışmalar, meselenin çok daha derin olduğunu gösterir. İnsan davranışları yalnızca bilgiyle değil, duygular, alışkanlıklar ve öğrenilmiş tepkilerle şekillenir.

Buradaki temel mesele, bilgi ile davranış arasındaki boşluktur. Bilmek, zihinsel bir süreçtir; yapmak ise davranışsal ve çoğu zaman duygusal bir süreçtir. Bir kişi sağlıklı beslenmenin önemini çok iyi biliyor olabilir, ancak stresli bir günün sonunda yine de alıştığı yeme davranışına yönelebilir. Çünkü bilgi, o anda devrede olan duygusal ihtiyacı karşılamaz. Bu boşluk, özellikle alışkanlıkların güçlü olduğu alanlarda daha belirgin hale gelir.

Bu noktada duygusal beyin ile mantıksal beyin arasındaki çatışma devreye girer. Beynin mantıksal kısmı uzun vadeli sonuçları düşünür, plan yapar ve neden-sonuç ilişkisi kurar. Duygusal beyin ise anlık rahatlama, güvenlik ve konfor arayışıyla hareket eder. Günlük hayatta, özellikle stres, kaygı, yalnızlık veya yorgunluk gibi durumlarda kontrol çoğu zaman duygusal beynin eline geçer. Mantıksal olarak “bunu yapmamalıyım” düşüncesi mevcut olsa bile, duygusal beyin o anda tanıdık ve rahatlatıcı olan davranışı seçer.

Bu çatışma nedeniyle farkındalık bazen kişiyi daha da zorlar. Kişi neyi yanlış yaptığını bildiği için kendine karşı daha sert olabilir, suçluluk ve utanç duyguları artabilir. Bu duygular ise paradoksal bir şekilde değişimi kolaylaştırmak yerine zorlaştırır. Çünkü beyin, kendini tehdit altında hissettiğinde ya da baskı altında kaldığında, yine alıştığı savunma mekanizmalarına yönelir. Böylece farkındalık, değişim için bir araç olmaktan çıkıp içsel bir gerilime dönüşebilir.

Gerçek ve kalıcı değişim, yalnızca bilmekle değil; duygusal ihtiyaçları anlamakla, tetikleyicileri fark etmekle ve davranışın hangi ihtiyacı karşıladığını görmekle mümkün olur. Farkındalık bu sürecin önemli bir parçasıdır, ancak tek başına yeterli değildir. Bilginin davranışa dönüşebilmesi için kişinin kendine karşı daha gözlemci, daha şefkatli ve daha gerçekçi bir yaklaşım geliştirmesi gerekir. Çünkü çoğu zaman değişimi zorlaştıran şey, bilmemek değil; bildiği halde kendini anlamaya yeterince alan tanımamaktır.

Duygular Kararlarımızı Nasıl Sabote Eder?

İnsan davranışlarının arkasında çoğu zaman mantıklı kararlar değil, duygusal tepkiler yer alır. Günlük hayatta aldığımız pek çok karar, düşündüğümüzden çok daha fazla duygularımız tarafından şekillendirilir. Stresli, kaygılı ya da yorgun olduğumuz zamanlarda aynı davranışları tekrar etmemizin, bildiğimiz halde yanlış seçimler yapmamızın temel nedeni de budur. Duygular, özellikle yoğunlaştığında karar mekanizmalarını sabote edebilir ve kişiyi farkında olmadan eski alışkanlıklarına geri çekebilir.

Stres, kaygı ve yorgunluk, beynin kontrol mekanizmalarını zayıflatan başlıca duygusal durumlardır. Bu duygular ortaya çıktığında beyin, uzun vadeli düşünmekten çok anlık rahatlamaya odaklanır. Mantıksal değerlendirmeler, planlama ve öz denetim gibi işlevler arka planda kalır. Bunun yerine daha önce işe yaradığı öğrenilmiş, tanıdık davranışlar devreye girer. Bu nedenle stresli anlarda kişi, aslında değiştirmek istediği alışkanlıklara geri dönebilir. Beyin, bu davranışları “rahatlatıcı” olarak kodladığı için onları hızlı bir çözüm gibi sunar.

Yoğun duygular yaşandığında otomatik davranışlara dönme eğilimi belirginleşir. Bu durum, kişinin bilinçli olarak karar vermesinden ziyade, alışkanlık hafızasının devreye girmesiyle ilgilidir. Örneğin gün içinde kendini kontrol edebilen bir kişi, akşam saatlerinde yorgunluk arttığında aynı öz denetimi sürdürmekte zorlanabilir. Çünkü zihinsel kaynaklar tükenmiş durumdadır. Beyin bu noktada “daha önce ne işe yaradıysa onu yap” mantığıyla hareket eder. Böylece kişi, sonradan pişman olacağı davranışları otomatik şekilde sergileyebilir.

Duyguların kararları sabote etmesinin bir diğer nedeni, duygusal rahatlama arayışıdır. İnsan zihni, rahatsız edici duygulardan hızla kurtulmak ister. Bu da çoğu zaman kısa vadeli çözümlere yönelmeye neden olur. Bu çözümler anlık bir rahatlama sağlasa da uzun vadede yeni sorunlar yaratabilir. Örneğin kaygı hissiyle baş etmek için kaçınma davranışına yönelmek, geçici bir rahatlama sağlar; ancak sorun çözülmediği için kaygı daha güçlü şekilde geri döner. Bu döngü zamanla alışkanlık haline gelir.

Bu süreçte yapılan hatalı seçimler genellikle “bilinçsiz” olarak gerçekleşir. Kişi karar aldığını düşünse de, aslında karar çoktan duygusal beyin tarafından verilmiştir. Mantıksal beyin ise bu kararı sonradan gerekçelendirmeye çalışır. Bu durum, kişinin kendine olan güvenini zedeleyebilir ve “neden yine böyle yaptım?” sorusunu beraberinde getirir. Ancak burada asıl mesele, kişinin zayıflığı değil; duygusal yoğunluk altında beynin çalışma şeklidir.

Duyguların kararları sabote etmesi, insan olmanın doğal bir parçasıdır. Bu durumdan tamamen kaçınmak mümkün olmasa da fark etmek, döngüyü dönüştürmenin ilk adımıdır. Stres, kaygı ve yorgunluğun hangi davranışları tetiklediğini gözlemlemek, otomatik tepkileri yavaşlatmak için önemli bir farkındalık sağlar. Çünkü çoğu zaman yanlış seçimler, yanlış niyetlerden değil; sadece duygusal rahatlama ihtiyacının yanlış yollardan karşılanmasından kaynaklanır.

Aynı Hatanın Altında Yatan Tanıdık İhtiyaçlar

Bir davranışın defalarca tekrar edilmesi, çoğu zaman o davranışın “yanlış” olmasından değil; altında yatan tanıdık bir ihtiyacı karşılamasından kaynaklanır. İnsanlar genellikle hatayı görür, sonuçlarını bilir ve hatta değiştirmek ister. Buna rağmen aynı davranışa geri döner. Bunun nedeni, davranışın yüzeyde görünen kısmının altında, fark edilmeden işleyen duygusal ihtiyaçların yer almasıdır. Aynı hatayı tekrar etmek, çoğu zaman bu ihtiyaçların hâlâ karşılanmamış olduğuna işaret eder.

Bu ihtiyaçlardan ilki onaylanma ihtiyacıdır. İnsan sosyal bir varlıktır ve kabul görmek, sevilmek, değerli hissetmek ister. Bu ihtiyaç karşılanmadığında kişi, kendisini onaylanmış hissettirecek davranışlara yönelir. Bazen bu davranışlar uzun vadede zarar verici olabilir. Örneğin istemediği halde “hayır” diyememek, sınırlarını aşan ilişkilerde kalmak ya da başkalarının beklentilerine göre hareket etmek, onaylanma ihtiyacının bir yansımasıdır. Kişi her seferinde pişmanlık yaşasa bile, aldığı küçük bir onay kırıntısı bu döngünün devam etmesine neden olabilir.

Bir diğer güçlü ihtiyaç güvende hissetme isteğidir. Beyin için güvenlik, çoğu zaman mutluluktan ya da gelişimden daha önceliklidir. Tanıdık olan, bilinen sonuçlar doğuran davranışlar bu nedenle güvenli algılanır. Kişi kendisine zarar verdiğini bildiği bir ortamda kalmaya devam edebilir; çünkü bilinmeyene adım atmak daha fazla belirsizlik ve risk içerir. Aynı hatayı tekrar etmek, bu açıdan bakıldığında, kişinin kendini koruma çabası olarak da değerlendirilebilir.

Kontrol etme arzusu da tekrar eden davranışların önemli nedenlerinden biridir. İnsanlar belirsizlik karşısında zorlanır ve kontrol hissi kaybolduğunda kaygı artar. Bazı davranışlar, kişiye kontrol duygusu verdiği için tekrar edilir. Her şeyi planlama, aşırı düşünme, sürekli müdahale etme ya da ilişkilerde yönlendiren taraf olma isteği bu arzuya dayanabilir. Bu davranışlar kısa vadede rahatlatıcı olsa da uzun vadede ilişkileri ve kişinin ruhsal dengesini zorlayabilir.

Tekrar eden hataların altında yatan bir diğer ihtiyaç ise kaçınma ve ertelemenin sağladığı kısa vadeli rahatlamadır. Zor bir duygu, yüzleşilmesi gereken bir sorun ya da belirsiz bir karar karşısında kaçınmak, anlık bir ferahlık hissi yaratır. Ertelemek, zihinsel yükü geçici olarak azaltır. Ancak sorun ortadan kalkmadığı için, zamanla daha büyüyerek geri döner. Bu döngü, kişinin kendine olan güvenini de zedeleyebilir; çünkü her kaçınma, “yine yapamadım” hissini pekiştirir.

Aynı hataların tekrar edilmesi, çoğu zaman bu ihtiyaçların başka yollarla karşılanamadığını gösterir. Davranışın kendisi değil, davranışın neyi telafi ettiği önemlidir. Bu nedenle değişim, yalnızca hatayı ortadan kaldırmaya çalışmakla değil; onaylanma, güvenlik, kontrol ve rahatlama ihtiyaçlarının daha sağlıklı yollarla nasıl karşılanabileceğini fark etmekle mümkün olur. Kişi bu ihtiyaçları görmeye başladığında, aynı davranışlara tutunma ihtiyacı da yavaş yavaş zayıflar. Çünkü insan, ihtiyacı karşılandığında hataya değil; dengeye yönelir.

Değişim Neden Rahatsız Hissettirir?

Değişim, dışarıdan bakıldığında çoğu zaman olumlu, hatta gerekli bir adım gibi görünür. Daha sağlıklı alışkanlıklar edinmek, zararlı davranışları bırakmak ya da hayatın bir alanında yeni bir yön belirlemek genellikle “iyi” olarak tanımlanır. Ancak iş uygulamaya gelince değişim, birçok kişi için rahatsız edici, zorlayıcı ve hatta korkutucu bir deneyime dönüşebilir. Bunun nedeni değişimin kendisi değil, değişimin beyin tarafından nasıl algılandığıdır.

Değişimin rahatsız hissettirmesinin temel nedenlerinden biri, belirsizlik yaratmasıdır. İnsan zihni, öngörülebilirliği sever. Ne olacağını bilmek, kontrol hissini beraberinde getirir ve bu da güvenlik duygusunu destekler. Değişim ise bilinmeyenle temas etmeyi gerektirir. Yeni bir davranış, yeni bir düzen ya da yeni bir karar; sonucu net olmayan bir süreci başlatır. Bu belirsizlik, beyin tarafından potansiyel bir tehdit olarak algılanabilir. Bu nedenle kişi, değişmek istediği hâlde içsel bir huzursuzluk ve direnç yaşayabilir.

Bu noktada devreye beynin “risk” algısı girer. Beyin, hayatta kalma odaklı çalışır ve her yeni durumu otomatik olarak risk değerlendirmesine tabi tutar. Değişim, alışılmış düzenin bozulması anlamına geldiği için beyin tarafından “tehlikeli” olarak etiketlenebilir. Bu tehlike, fiziksel bir risk olmak zorunda değildir; duygusal hayal kırıklığı, başarısızlık ihtimali ya da kontrol kaybı da beyin için ciddi bir tehdit olarak algılanır. Bu nedenle beyin, kişiyi korumak adına değişime karşı direnç geliştirebilir.

Eski hataların tanıdık olması, değişimi zorlaştıran bir diğer önemli faktördür. Tanıdık davranışlar, sonuçları olumsuz olsa bile bilinir ve öngörülebilirdir. Kişi, aynı hatayı yaptığında ne hissedeceğini, neyle karşılaşacağını az çok bilir. Bu tanıdıklık, bilinmezliğe kıyasla daha güvenli algılanır. Buna karşılık yeni davranışlar belirsizlik içerir. “Ya işe yaramazsa?”, “Ya daha kötü olursa?” gibi sorular zihni meşgul eder. Bu sorular, değişimin önünde güçlü bir içsel engel oluşturabilir.

Değişimin rahatsız edici olmasının bir diğer nedeni de, kimlik algısıyla ilişkilidir. İnsanlar kendilerini uzun süreli alışkanlıkları ve davranışları üzerinden tanımlar. Bu davranışlar değiştiğinde, kişi kendini tanıdık olmayan bir hâlin içinde bulabilir. Bu durum, “Ben kimim?” sorusunu tetikleyebilir ve bu da kaygıyı artırabilir. Değişim, yalnızca davranışları değil; kişinin kendine dair algısını da sarsabilir.

Tüm bu nedenlerle değişim, çoğu zaman rahatlatıcı değil; zorlayıcı bir süreç olarak deneyimlenir. Ancak bu rahatsızlık, yanlış bir yolda olunduğunun değil; yeni bir yola girildiğinin işareti olabilir. Değişim sırasında hissedilen huzursuzluk, beynin bilinmeyene uyum sağlama çabasının doğal bir parçasıdır. Bu süreci anlamak, kendini zorlamak yerine değişime daha sabırlı ve gerçekçi bir yaklaşım geliştirmeyi mümkün kılar. Çünkü değişim, konfor alanının dışında başlar; fakat kalıcı dönüşüm, bu rahatsızlığa rağmen ilerleyebilmekle mümkün olur.

Kendini Sabotaj mı, Öğrenilmiş Davranış mı?

Birçok insan, hedeflerine ulaşamadığında ya da aynı hataları tekrar ettiğinde kendisiyle ilgili sert bir yargıya varır: “Kendime engel oluyorum.” Bu düşünce, yaşanan durumu açıklamak için sıkça kullanılsa da çoğu zaman gerçeği tam olarak yansıtmaz. Çünkü tekrar eden davranışların büyük bir kısmı bilinçli bir sabotajdan ziyade, öğrenilmiş davranış kalıplarının otomatik şekilde devreye girmesiyle ortaya çıkar. Kendini sabotaj olarak etiketlenen pek çok durum, aslında geçmişte öğrenilmiş ve bugüne taşınmış alışkanlıkların bir sonucudur.

“Kendime engel oluyorum” düşüncesi, kişinin yaşadığı zorlanmayı anlamlandırma çabasından doğar. Kişi, ne yapması gerektiğini bildiği hâlde neden yapamadığını açıklamak ister ve bu açıklamayı çoğu zaman kendine yönelik bir suçlamayla yapar. Oysa bu bakış açısı, davranışın arkasındaki nedenleri görünmez hâle getirebilir. İnsan zihni, özellikle stres, kaygı ya da belirsizlik anlarında, daha önce işe yaradığı öğrenilmiş tepkileri devreye sokar. Bu tepkiler, bugünkü koşullarda işe yaramasa bile, geçmişte bir şekilde koruyucu bir işlev üstlenmiş olabilir.

Bu noktada çocuklukta ve geçmiş deneyimlerde öğrenilen kalıplar devreye girer. İnsanlar, erken yaşlardan itibaren çevrelerinden nasıl tepki vermeleri gerektiğini öğrenir. Onaylanmak için uyum sağlamak, hata yapmamak için geri durmak, çatışmadan kaçınmak ya da dikkat çekmemek gibi davranışlar, bir dönem güvenlik sağlayan stratejiler olabilir. Ancak bu stratejiler, yetişkinlikte farklı koşullarda aynı şekilde devam ettiğinde, kişinin gelişimini sınırlayan alışkanlıklara dönüşebilir. Bu durum, bilinçli bir sabotajdan çok, geçmişte öğrenilmiş bir hayatta kalma yöntemidir.

Davranışların kişiliğin bir parçası olduğu düşüncesi de değişimi zorlaştıran önemli bir etkendir. “Ben böyleyim”, “Ben hep erteleyen biriyim” ya da “Ben disiplinli biri değilim” gibi ifadeler, davranışları kimliğin değişmez bir parçası hâline getirir. Oysa davranışlar, büyük ölçüde alışkanlıklardan oluşur. Alışkanlıklar ise öğrenilir ve zamanla değiştirilebilir. Bir davranışın uzun süredir tekrar ediliyor olması, onun kalıcı ya da değişmez olduğu anlamına gelmez.

Kendini sabotaj olarak tanımlanan davranışların bir kısmı, aslında kişiyi duygusal olarak koruma çabasıdır. Başarısız olmaktan kaçınmak için denememek, eleştirilmemek için geri planda kalmak ya da hayal kırıklığı yaşamamak için hedefleri ertelemek, kısa vadede rahatlatıcı olabilir. Bu davranışlar uzun vadede zarar verse bile, beyin için tanıdık ve güvenlidir. Bu nedenle kişi, istemediği sonuçlar doğurduğunu bildiği hâlde bu davranışlara tutunabilir.

Davranışları sabotaj olarak etiketlemek yerine, onları birer öğrenilmiş alışkanlık olarak görmek daha yapıcı bir bakış açısı sunar. Bu yaklaşım, kişiyi suçlamak yerine anlamaya yönlendirir. Çünkü değişim, kendini yargılamakla değil; hangi davranışın hangi ihtiyacı karşıladığını fark etmekle mümkün olur. Davranışlar kişilik değildir; öğrenilmiş tepkilerdir. Ve öğrenilen her şey, zamanla yeniden öğrenilebilir.

Aynı Hataları Tekrar Etmek Ne Zaman Bir İşarettir?

Aynı hataları tekrar etmek çoğu zaman yalnızca bir “yanlış” olarak değerlendirilir ve hızlıca ortadan kaldırılmak istenir. Oysa bazı tekrarlar, basit bir dikkatsizlikten ya da irade eksikliğinden çok daha fazlasını anlatır. Özellikle belirli davranışların, ilişkilerin ya da kararların benzer sonuçlarla tekrar tekrar ortaya çıkması, zihinsel ve duygusal bir mesaj taşıyor olabilir. Bu noktada önemli olan, hatayı bastırmaya çalışmak değil; bu tekrarın ne anlatmaya çalıştığını fark edebilmektir.

Tekrar eden döngüler genellikle tesadüf değildir. Aynı durumun farklı zamanlarda ve farklı şekillerde yaşanması, zihnin çözülmemiş bir ihtiyacı ya da görmezden gelinen bir duyguyu gündeme getirme çabası olabilir. Örneğin, kişi her seferinde sınırlarını aşan ilişkilerin içinde buluyorsa, mesele yalnızca “yanlış insanları seçmek” olmayabilir. Bu döngü, onaylanma ihtiyacının, yalnız kalma korkusunun ya da değersizlik hissinin bir işareti olabilir. Döngü, kişiyi rahatsız ederek durmaya ve bakmaya zorlar.

Bu noktada kritik olan şey, hatanın kendisine değil, arkasındaki ihtiyaca odaklanmaktır. Çoğu zaman kişi davranışı değiştirmeye çalışır: daha disiplinli olmak, daha güçlü durmak, daha mantıklı kararlar almak ister. Ancak davranışın hangi ihtiyacı karşıladığını görmeden yapılan değişim denemeleri geçici olur. Çünkü ihtiyaç hâlâ oradadır ve başka bir yoldan kendini göstermeye devam eder. Hata, çoğu zaman ihtiyacın dili hâline gelir.

Aynı hataların tekrar etmesi, özellikle kişi bu durumun farkında olmasına rağmen davranışın değişmemesi hâlinde bir işaret niteliği taşır. Bu durum, “burada çözülmemiş bir şey var” mesajı verir. Bastırılan duygular, ertelenen yüzleşmeler ya da kabul edilmeyen ihtiyaçlar, davranış yoluyla kendini ifade eder. Bu nedenle tekrar eden hatalar, kişinin kendini suçlaması gereken anlar değil; kendini daha yakından dinlemesi gereken duraklar olabilir.

Bu sürecin en dönüştürücü adımlarından biri, “Neden yapıyorum?” sorusunu sormaktır. Bu soru, “Neden yine böyle oldu?” ya da “Neden başaramadım?” gibi yargılayıcı sorulardan farklıdır. Kişiyi savunmaya değil, anlamaya davet eder. “Neden yapıyorum?” sorusu sorulduğunda, davranışın ardındaki duygu, ihtiyaç ve beklentiler yavaş yavaş görünür hâle gelir. Bu farkındalık, davranışın otomatikliğini zayıflatır.

Aynı hataları tekrar etmek, değişimin mümkün olmadığı anlamına gelmez. Aksine, değişimin nereden başlaması gerektiğine dair güçlü bir ipucu sunar. Döngü, kişiye kendisiyle ilgili bir şey anlatmaya çalışıyordur. Bu mesaj duyulduğunda, davranışa tutunma ihtiyacı da azalır. Çünkü insan, ihtiyacı görüldüğünde hataya değil; daha dengeli ve sağlıklı yollara yönelir. Bu nedenle tekrar eden hatalar, bazen bir son değil; daha derin bir başlangıcın işaretidir.

Döngüyü Kırmak İçin İlk Gerçekçi Adımlar

Aynı döngülerin içinde tekrar tekrar kalmak, kişide güçlü bir değişim isteği kadar yoğun bir hayal kırıklığı da yaratır. Çoğu zaman bu noktada ilk refleks, kendini sertçe eleştirmek ve “Bir daha asla yapmayacağım” gibi kesin kararlar almaktır. Ancak bu yaklaşım, sanılanın aksine döngüyü kırmak yerine onu daha da güçlendirebilir. Gerçek ve sürdürülebilir değişim, büyük sözlerden değil; küçük, gerçekçi ve gözleme dayalı adımlardan doğar.

Döngüyü kırmanın ilk ve en önemli adımı, kendini suçlamak yerine gözlemlemeyi öğrenmektir. Kendini suçlamak, davranışı anlamaya değil; bastırmaya yöneliktir. Kişi hata yaptığında “Yine başaramadım”, “Bende bir sorun var” gibi düşüncelerle kendini yargıladığında, beyin tehdit algısına girer. Tehdit altında hisseden beyin ise savunmaya geçer ve tanıdık davranışlara daha sık sarılır. Buna karşılık gözlemlemek, yargı içermeyen bir farkındalık yaratır. “Ne oldu?”, “Hangi duygu tetikledi?”, “Bu davranıştan hemen önce ne hissediyordum?” gibi sorular, döngünün yapısını görünür kılar.

Bu noktada “Bir daha yapmayacağım” yaklaşımının neden işe yaramadığı daha net anlaşılır. Bu cümle, çoğu zaman anlık bir rahatlama sağlar; ancak davranışın altında yatan ihtiyacı görmezden gelir. Davranış, bir ihtiyacı karşılamaya devam ettiği sürece, yalnızca yasaklamak ya da bastırmak yeterli olmaz. Üstelik bu tür kesin kararlar, başarısızlıkla sonuçlandığında kişinin kendine olan güvenini daha da zedeler. Beyin, bu baskıyı tehdit olarak algılar ve eski döngüyü sürdürerek kendini korumaya çalışır.

Gerçek değişim, mikro farkındalıklarla başlar. Mikro farkındalık, davranışı tamamen durdurmaya çalışmak yerine, davranışa giden yolu yavaşlatmayı hedefler. Örneğin bir alışkanlığı bırakmak yerine, onu her gerçekleştiğinde fark etmek bile önemli bir adımdır. “Şu an yine bunu yapma isteği geldi” demek, otomatikliği kıran küçük ama etkili bir müdahaledir. Bu farkındalık, davranış ile kişi arasına kısa bir mesafe koyar.

Bu mesafenin ardından küçük davranış değişiklikleri devreye girer. Büyük dönüşümler yerine, sürdürülebilir mikro adımlar tercih edilmelidir. Örneğin erteleme alışkanlığını tamamen bırakmaya çalışmak yerine, yalnızca beş dakika başlamak; sağlıksız bir davranışı tamamen kesmek yerine sıklığını azaltmak gibi adımlar daha gerçekçidir. Beyin, küçük değişimleri daha az riskli olarak algılar ve direnç göstermeden uyum sağlayabilir.

Döngüyü kırmak, kusursuz bir süreç değildir. Geri dönüşler, zorlanmalar ve tekrarlar bu sürecin doğal parçalarıdır. Önemli olan, her tekrarı bir başarısızlık olarak görmek yerine, yeni bir gözlem fırsatı olarak değerlendirebilmektir. Çünkü değişim, kendine savaş açarak değil; kendinle iş birliği kurarak mümkün olur. Küçük adımlar, zamanla büyük farklar yaratır ve döngü, yavaş yavaş gücünü kaybetmeye başlar.

Değişim Bir Anda Değil, Fark Ettikçe Olur

Değişim çoğu zaman tek bir karar anıyla, ani bir kırılmayla ya da güçlü bir motivasyon patlamasıyla gerçekleşecekmiş gibi düşünülür. Oysa gerçek hayatta değişim nadiren bir anda olur. Daha çok fark ettikçe, yavaşladıkça ve tekrar tekrar bakıldıkça gerçekleşen bir süreçtir. Bu nedenle birçok kişi değişmek istediği hâlde zorlanır; çünkü beklentisi süreçten değil, sonuçtan yanadır. Değişimi bir hedef gibi görmek, sürecin doğasını kaçırmaya neden olabilir.

Bu sürecin en yanlış anlaşılan noktalarından biri, tekrar etmenin değişimin başarısızlığı olarak görülmesidir. Oysa aynı davranışa geri dönmek, değişimin mümkün olmadığı anlamına gelmez. Aksine, çoğu zaman öğrenme sürecinin doğal bir parçasıdır. İnsan zihni, yeni davranışları denemeden önce eski yolları defalarca yoklar. Bu tekrarlar, beynin yeniye uyum sağlamaya çalışırken eski alışkanlıkları hâlâ güvenli bulmasından kaynaklanır. Bu nedenle “yine yaptım” anları, sürecin bittiği değil; farkındalığın derinleştiği anlardır.

Değişimi zorlaştıran bir diğer önemli etken, mükemmel değişim beklentisidir. Birçok kişi, değişmeye karar verdiğinde kendinden kusursuz bir ilerleme bekler. Hiç geri dönmemek, hiç zorlanmamak ve hep doğruyu yapmak ister. Bu beklenti, değişimi desteklemek yerine baskı yaratır. Baskı altında kalan zihin ise hata yapmaktan korkar. Bu korku, ya hiç denememeye ya da ilk zorlanmada vazgeçmeye yol açabilir. Mükemmel değişim beklentisi, çoğu zaman değişimin önündeki en büyük engeldir.

Gerçekte değişim, düz bir çizgi gibi ilerlemez. İlerleme ve duraklama, deneme ve geri dönüş iç içedir. Bu dalgalı yapı kabul edilmediğinde, kişi her zorlanmayı kişisel bir başarısızlık olarak algılar. Oysa değişim, performans değil; ilişki sürecidir. Kişinin kendisiyle kurduğu ilişkinin dönüşümüdür. Bu noktada devreye kendinle iş birliği kurma fikri girer.

Kendinle iş birliği kurmak, kendine karşı sert bir denetçi olmak yerine meraklı bir gözlemci olmayı gerektirir. “Neden yine böyle oldu?” yerine “Bu bana ne anlatıyor?” diye sormak, süreci yumuşatır. Kişi kendini zorlayarak değil, anlayarak ilerlediğinde değişim daha sürdürülebilir hâle gelir. Çünkü beyin, tehdit altında değilken öğrenmeye daha açıktır.

Fark ettikçe değişmek, büyük sıçramalar yapmak anlamına gelmez. Küçük anları yakalamak, tetikleyicileri tanımak ve davranıştan önceki iç hâli fark etmek yeterlidir. Bu farkındalık, zamanla davranış ile kişi arasına mesafe koyar. O mesafe büyüdükçe seçim alanı da genişler. İşte değişim tam olarak burada başlar.

Değişim bir hedefe varmak değil, kendinle kurulan ilişkinin dönüşmesidir. Tekrarlar, kusurlar ve duraklamalar bu yolculuğun doğal parçalarıdır. Mükemmel olmak değil, farkında olmak dönüştürür. Çünkü değişim bir anda değil; fark ettikçe olur.

Sık Sorulan Sorular

Bu sorular yalnızca merak edilen noktaları değil, aynı zamanda insanların kendileriyle ilgili yaşadığı içsel çatışmaları da yansıtır. Tekrar eden davranışları anlamlandırmak, değişim sürecinin en kritik adımlarından biridir; çünkü cevaplar, kişiyi suçlamaktan çok farkındalığa davet eder.

Aynı hataları tekrar etmek kişisel bir başarısızlık mıdır?

Bu soru, en sık sorulan ve en yanlış anlaşılan sorulardan biridir. Aynı hataları tekrar etmek çoğu zaman kişisel bir başarısızlık ya da yetersizlik göstergesi değildir. Aksine, bu durum sıklıkla alışkanlıkların ve duygusal tetikleyicilerin otomatik şekilde devreye girmesinden kaynaklanır. Beyin, özellikle stresli ya da belirsiz anlarda, daha önce öğrendiği davranış kalıplarını kullanmayı tercih eder. Bu nedenle tekrar eden hatalar, kişinin “yapamaması”ndan çok, beynin tanıdık yollara yönelme eğilimiyle ilgilidir.

Bir hatayı fark ettiğim hâlde neden yine yapıyorum?

Farkındalık, değişim için önemli bir adımdır; ancak tek başına yeterli değildir. Bir davranışın yanlış olduğunu bilmek, onu otomatik olarak değiştirmez. Çünkü davranışlar yalnızca bilgiyle değil, duygusal ihtiyaçlarla da şekillenir. Yorgunluk, stres, kaygı veya yalnızlık gibi duygular yoğunlaştığında, mantıksal farkındalık geri planda kalabilir. Bu anlarda beyin, kısa vadeli rahatlama sağlayan tanıdık davranışlara yönelir.

Aynı hataları yapmak özgüven eksikliğinden mi kaynaklanır?

Bu durum her zaman özgüven eksikliğiyle açıklanamaz. Bazı tekrar eden davranışların temelinde, kendine güvensizlikten çok güvenlik ve konfor arayışı vardır. Tanıdık olan, sonuçları olumsuz bile olsa, bilinmeyene kıyasla daha güvenli algılanır. Bu nedenle kişi, özgüvenli olduğu hâlde bile aynı hatalara tutunabilir. Buradaki belirleyici unsur, davranışın sağladığı tanıdıklık hissidir.

Alışkanlıkları değiştirmek neden bu kadar zor?

Alışkanlıklar, beynin enerji tasarrufu sağlayan otomatik sistemleridir. Beyin, tanıdık davranışları güvenli olarak algılar ve değişimi potansiyel bir risk olarak yorumlayabilir. Yeni bir davranış geliştirmek, bilinmezlik ve belirsizlik içerdiği için zihinsel direnç yaratır. Bu nedenle alışkanlıkları değiştirmek yalnızca istemekle değil, süreci anlamakla mümkün olur.

Aynı hataları tekrarlamak değişimin mümkün olmadığı anlamına mı gelir?

Hayır. Tekrar etmek, değişimin imkânsız olduğu anlamına gelmez. Aksine, değişimin lineer bir süreç olmadığını gösterir. Çoğu değişim, küçük farkındalıklar ve zaman içinde atılan mikro adımlarla gerçekleşir. Geri dönüşler, öğrenme sürecinin doğal bir parçasıdır ve sürecin bittiğini değil, devam ettiğini gösterir.

Bu döngüyü kırmak için nereden başlanmalı?

En sağlıklı başlangıç noktası, kendini suçlamayı bırakıp gözlemlemeye geçmektir. Davranışın hangi duygu ya da ihtiyacı karşıladığını fark etmek, döngüyü anlamanın anahtarıdır. “Neden yine yaptım?” sorusu yerine “Bunu yaparken neye ihtiyacım vardı?” sorusunu sormak, değişimi daha ulaşılabilir hâle getirir. Çünkü gerçek dönüşüm, hatayla savaşarak değil; ihtiyacı görerek başlar.

*Sitemizde bulunan yazılar yalnızca farkındalık yaratmak amaçlıdır. Tıbbi tavsiye içermez. Yazılardan yola çıkarak herhangi bir hastalık tanısı konulamaz. Yalnızca psikiyatri hekimleri ve doktorlar hastalık tanısı koyabilir.